Mor Pamuk Üzerine
Projemiz kapsamında Ankara Nallıhan Kuzucular Köyü’ne ziyarette bulunduk. Dört Mevsim Ekoloji Derneği’nden Ceyhan Temürcü sayesinde köyden Ekrem abi ve Nuriye ablanın iletişim numaralarına ulaşmıştık. 24 Temmuz 2020 günü erken saatlerde yola çıktık. Köye vardığımızda nar, incir ve zeytin ağaçlarının varlığı bizi oldukça şaşırttı. Ekrem abi ve Nuriye abla kızları Nurcan’ın daha önce köylerindeki buğday çeşitlerine yönelik yürüttüğü doktora araştırması nedeniyle saha araştırmalarına oldukça alışkındı. Mor pamukla ilgilendiğimizi daha önceden bildiklerinden köydeki tüm ilgisi olan, iletişimde oldukları insanlara ulaşmışlardı. Bütün gün boyunca çeşitli insanlar görüşüp, hikayeler dinledik.
Kime Ankara’da henüz 16 yıl öncesine kadar pamuk yetiştirildiğini söylesek şaşırıp kalıyor. Hem de mor mu? Aynı şekilde bizler de Ceyhan ve Nihal’den bunu duyduğumuzda kulaklarımıza inanamamıştık. Bu mor pamuğun mora çalan beyaz bir rengi olduğunu dahi hayal etmiştik. Evet, Ankara’da pamuk yetiştiği doğruymuş ama pamuk lifinin değil bitkinin çiçeği mormuş! Ya da en azından Nallıhan Kuzucular’da bize söylenen buydu. Neredeyse bir tür Ege ikliminin hakim olduğu köyde merakımızı gidermeye bu sorulardan başladık. Kuzucular, Sakarya Nehri havzasında bulunduğu için bir mikroklima alanıymış. Bu nedenle incir, nar ve zeytin gibi Ankara’da rastlanmayan türden bir bitki örtüsü bulunuyor köyde. Bölgeye yapılan barajdan sonra ve küresel iklim krizinin etkileriyle birlikte bölgenin ikliminde susuzluk ve aşırı nem gibi bir takım değişiklikler meydana gelmiş. Eskiden yetiştirebildikleri ürünleri yetiştiremez olmuşlar. Pamuk yetiştiriciliğinin bol miktarda suya ihtiyaç duyması başlı başına bir sorun iken bu koşullarda suya erişimin zorlaşması da pamuk yetiştiriciliğini önemli ölçüde etkilemiş. Yaş ortalamasının gittikçe artması, köyde tarım ile ilgilenmek isteyen genç nüfusun azalması ve plansız tarım politikaları nedeniyle çiftçinin refah dolu bir hayata sahip olamaması da tüm Türkiye’de olduğu gibi Kuzucular’daki tarımsal faaliyetlerin de oldukça azalmasının önemli sebeplerini oluşturuyor.
16 yıldır ekilmediği için mor pamuk tohumu bulmanın oldukça güç olduğunu öğrendik köye varınca. Öyle ki, Nuriye abla sayesinde kendisine ulaştığımız Hamiyet teyzenin yorgan temizlerken içinde bulduğu ve yine köyden başka birinin evinin köşelerinde kalmış olan birkaç “çiğit” dışında ellerinde başka tohum yok ne yazık ki. Var olanların da ekildiklerinde çimlenip çimlenmeyecekleri oldukça belirsiz.
Kuzucular bir Yörük köyü. Eskiden mor pamuktan kendileri ip eğirir ve tezgahlarında dokumalar yaparlarmış. Ancak mor pamuktan yaptıkları dokumalar, kendi iplerinin Denizli’den aldıkları kadar ince olmaması nedeniyle biraz daha kaba olurmuş ve genelde kese, çarşaf, iç çamaşırı gibi gömlekler (aba benzeri) çıkarırlarmış ortaya. Denizli’den aldıkları iplerle (ve bazen bu ipleri ipek ile karıştırarak) yine kendilerinin dokuduğu “örtme” dedikleri bir tür şal dokurlarmış. Örtmeleri yatay tezgahta, çuval gibi ürünleri ise dikey tezgahta üretilirmiş. Örtmelerin kenarındaki nakış adları oldukça ilgi çekici: teyyare kanadı, koyun gözü, koç boynuzu…
Henüz Nallıhan Kuzucular’a varmadan önce liflerinin yeterince uzun olmaması nedeniyle mor pamuğun giyimden ziyade yorgancılık için ideal olduğunu yaptığımız araştırmalar sonucunda öğrenmiştik. Yumuşaklığı nedeniyle Ankara ve Kastamonu civarındaki yorgancılar/döşekçiler Nallıhan bölgesinde yetişen bu pamuğu tercih ederlermiş. Benzer bir argümanı görüşmelerimiz sırasında Kastamonu’ya Nallıhan ve Amerika pamuğu taşıyan Hamiyet teyzenin kocası da dile getirdi. Nuriye ablaya göre ise kendi pamuklarından daha iyi ince giyimlik kumaşların dokunması mümkün. Ona göre eski teknoloji ile bu mümkün değildi ancak şu an “yeni teknikler ve eski zanaatleri birleştirebiliriz”.
Nuriye ablanın asmalarla kaplı balkonunda çaylarımızı içip köyün geçmişine dair hikayeler dinledikten sonra Hamiyet teyze bizi evine davet etti. Köyün neredeyse terkedilmiş izlenimi veren sakin sokaklarından geçerek Hamiyet teyzenin evine vardık. Evinde kına gecelerinde kullanılmak üzere sakladığı örtmeleri ve işlediği pijamaları sandıklardan çıkardık, hatta üzerimize geçirdik! Gösterdikleri kumaşları artık ne yazık ki dokuyan kimse yokmuş. Hamiyet teyze köyde eskiden hakim olan tüm dokuma türlerini bildiğini ama bu kumaşların ve kıyafetlerin gençlerin ilgisini çekmiyor oluşunun dokumaya dair hevesini kırdığını söyledi. Nuriye abla kısmen bazı dokuma tekniklerini bildiğini, ikisi de kurulabilecek bir dokuma atölyesinde gençlere bu teknikleri aktarmaya istekli olduklarını dile getirdiler. Etraflarındaki Çamalan ve Tekirler köylerinde de evvelden pamuk ekilirmiş; “Her köyün dokuması farklıydı, kendilerine özgü çizgileri, tarzları bulunurdu” dediler. Bu dokuma biçimlerinin ise her birinin farklı bir adı varmış: Kabatire (Gabatire), kıskıvrak, kartopu gibi…
Dışarıdaki kavurucu sıcaktan çekinerek evden dışarı, tarlalara doğru yola düştük. Köyde yalnızca 3-5 aile tarım yapıyor; onların da bir kısmı artık “zevk” için yaptığını söylüyor. Hepsi susuzluktan, gençlerin köyü terketmesinden, tarımın onlara hiçbir geçimlik sağlamadığından şikayet ediyor. Eskiden köylerinde bir susam yağı değirmeni varmış mesela. Susamlarını hasat ettikten sonra yağlarını çıkarırlarmış. “Susam yağı dışında yağ tüketmezdik” diyorlar. Ancak şu an ne bu şekilde işleyen değirmen kalmış ne de susam eken kimse.
Nurgül abla, “öyle, çeşit olsun diye ektim bu sene” diyor. O kadar canlı bir tarlası var ki “çeşit olsun diye ektim” sözünün hakkını veriyor bu canlılık; herhangi bir zararlıya maruz kalmadan yazı atlatmış bahçesi. Hemen yan bahçesinde ise Raziye abla domateslerine dadanan hastalıktan muzdarip. Geçimliklerini kazanabilmek için monokültür uygularken, tüm hasatlarından olmuşlar. Tüm çiftçileri tarım zehiri sarmalına sokan bu dertleri onlardan da dinliyoruz. Aklımıza birkaç çözüm önerisi geliyor, dile de getiriyoruz. Ama sonra birbirimize bakıyoruz, insanlarla işbirliği yapmadan bu çözümleri çok basitmiş gibi onlara aktarmanın anlamı var mı?
Elimize oyuncak niyetine haşhaş çıngırağı ve bir kasa da hıyar tutuşturuyorlar bütün sevecenlikleriyle. “İncir mevsiminde yine gelin ve kalın; böyle günübirlik olmaz” diyorlar. Haklılar… Biz de tekrar görüşmek üzere köyden ayrılıp, yakıcı sıcaktan müthiş bir serinliğe, Nallıhan Kocahan’a doğru yola çıkıyoruz. Kuzucular’ın dolambaçlı, virajlı yollarından merkeze doğru giderken yollar, tüm gün yaşadıklarımız ve düşünceler birbirine dolanıyor: İlerliyor muyuz yoksa bir düğüm daha mı attık?